Sayın Mümin KIR yazdı
Millî kurtuluş mücadelesinin zaferle sonuçlanıp, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin, Lozan’da; üç kıtaya hükmetmiş mağrur ancak yabancı devletlerin masrafsız bir sömürge aracı olmaktan kurtulamamış ve parçalanmaya yüz tutmuş bir imparatorluğun mirasçısı olarak önündeki hemen hemen kapitülasyonlar dahil her türlü engeli aşarak, medeni dünyanın hür, bağımsız ve eşit bir üyesi olma yolundaki kararlılığı ile ulaştığı başarıya rağmen yüzyıllardır kendilerine tahsis edilen imtiyazlardan yararlanmayı sürdüren sömürgeci devletler 1923’ten sonra da bu alışkanlıklarını devam ettirmek istemişlerdir. Oysa Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı mirası olan kapitülasyonları kesin olarak Lozan Antlaşması’nda reddetmiş ve bir daha geriye dönmeyecek ve yabancı imtiyazlarına hiçbir şekilde rıza göstermeyecek bu onurlu duruşunu uluslararası bir mahkeme önünde tüm dünyaya ilan edecektir. Nasıl mı?
Lozan Antlaşması’nın imzalanmasından üç yıl sonra Fransız ticaret gemisi Lotus ile Kuruçeşme’den Mersin’e doğru yola çıkan Türk kömür nakliye gemisi Bozkurt, 2 Ağustos 1926 günü gecesi Kuzey Ege, Midilli Adası’nın beş, altı mil açığında ve Sigri Burnu’na yedi mil uzaklıkta çarpışmışlardır. Çarpışmadan çok kısa bir süre sonra, Türk nakliye gemisi Bozkurt ikiye bölünerek batar ve neticesinde sekiz Türk vatandaşı hayatını kaybeder. Kaptanın da içinde bulunduğu on Türk yurttaşını Lotus gemisi kurtarır. Batan Bozkurt’un süvarisi ve kurtarabildiği mürettebatıyla yani on kişi ile birlikte Fransız vapuru 3 Ağustos 1926’da İstanbul’a gelip demir atar. İstanbul’da, hayatını kaybedenlerin ailelerinin şikayetleri ve kaza bilgisinin Sahil Güvenlik makamlarına ulaştırılmasını takiben 5 Ağustos 1926’da savcılığın kazanın oluş biçimi ile Bozkurt vapurunun batması hakkında yaptığı incelemelerden dolayı Lotus vapurunun İstanbul limanından hareketi kısa bir süreliğine ertelenir. Ancak kazada Bozkurt vapurunu batıran Lotus vapurunun acentesi mahkemenin bu konuda vereceği karara uyacağına dair kefalet verdiğinden vapurun 6 Ağustos gecesi hareketine müsaade edilir. Yine 6 Ağustos’ta Türk yargı makamları Lotus’un süvarisi ile kaza gecesi nöbetçi bulunan iki dümenciyi sorgular. Savcılık inceleme sonucunda kaza esnasında Lotus vapuruna kumanda etmekte olan ikinci kaptan Jean Demons ile Bozkurt süvarisi Hasan Kaptan’ı tutuklar ve anılan kişiler yargılanmaları tamamlanıncaya kadar tutuklu kalacaklardır.
İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi
Tutuklama kararı pek tabii Fransız makamlarınca protesto edilmiş, ancak mahkeme dirayet göstererek bu kararından dönmemiştir. Hükümet Türk Ceza Yasası’nın 6. maddesi uyarınca davaya Türk Mahkemelerinin bakacağını ileri sürmüştür. Söz konusu maddeye göre, davanın açılması için Adalet Bakanı’nın talebi veya kazadan zarar görenlerin şikayetçi olmaları yeterlidir. Bu olayda da dönemin Adalet Bakanı Mahmut Esat Bey, davanın Türk Mahkemelerinde görülmesi kararını verir ve konu İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine havale edilir. Mösyö Demons ilk duruşmada yetki itirazında bulunsa da bu itiraz reddedilir ve İstanbul Mahkemelerinin yetkili olduğuna karar verilir. Fakat bu olay, Türkiye ile Fransa arasında önemli bir anlaşmazlık yaratır, Fransa diplomatik yollarla Türkiye’nin yetkisizliğinden ısrarla Fransız nöbetçi kaptanının tahliyesini ister. Öncelikle Fransız Hükümeti, Türkiye’nin Lotus gemisinin süvarisini tutuklama hakkına sahip olmadığını, her iki kaptanı yargılama yetkisinin Fransız mahkemelerine ait olduğunu ileri sürer. Fransız basını ve Fransız Büyükelçiliği ısrarla ikinci kaptan Demons’un serbest bırakılmasını istemektedirler. Fransız basını açık denizde meydana gelen bir kazada Fransız vatandaşının tutuklanamayacağını, “Üç beş Türk öldü diye bir Fransız’ın tutuklanmasını anlamsız” bulduğunu yazar. Fransa Hükümeti, Türk Hükümetine protesto notası gönderir. Bu arada Genç Cumhuriyet’in ilk yıllarında meydana gelen kaza ve tutuklamalar bir anda Avrupa’nın ilgisini ve gündemini Türkiye’ye çevirmiştir.
Bozkurt-Lotus Davası olarak anılan dava 29 Ağustos’ta İstanbul’da başlamıştır. Davada ifadesi alınan Fransız süvari Jan Demons, tercümanı vasıtasıyla bu kazanın açık denizlerde meydana geldiğini, bu yüzden uluslararası hukuk kurallarına dayanarak yargının ancak mensup olduğu devletin mahkemesi tarafından görülebileceğini, dolayısıyla davayı görecek mahkemenin ancak Fransız Mahkemeleri olduğunu iddia eder. Bunun üzerine Başsavcının görüşüne başvuran mahkeme, Türk Ceza Kanunu’nun 6. maddesi gereğince (Bu maddeye göre “…bir ecnebi Türk Ceza Kanununca asgari haddi bir seneden eksik olmayan ve şahsi hürriyeti tahdit eden bir cezayı müstelzim cürmü ecnebi memlekette Türkiye’nin veya bir Türkün zararına işlediği ve kendisi Türkiye’de bulunduğu takdirde Türk Ceza Kanunu mucibince ceza görür.”) bu isteği reddeder. Bu aşamada devreye Fransız Konsolosluğu Maslahatgüzarı Pervejer girerek, Lotus gemisi kaptanın tahliye edilmesi için Türk Dışişlerine bir nota vermiştir. Buna verilen cevapta konunun yargıya intikal ettiğinin, hükümetin hiçbir suretle yargıya müdahale edemeyeceğini ancak istenilirse konunun Uluslararası Lahey Adalet Divanı’nda sonuçlandırılabileceği teklif edilmiştir. Bu teklife Fransa’nın da onay vermesiyle Lahey Adalet Divanı’na bir tahkimname (compromis) hazırlanarak başvurulmasına karar verilmiştir. Tabii olarak Lahey’de verilecek olan karar Türk Mahkemelerinin Fransız Kaptanını yargılama hakkına sahip olup olmadığının tespitidir. Bu karardan sonra da Bozkurt ve Lotus gemilerinin kaptanlarının yargılanması İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam etmiştir. 11 Eylül’deki duruşmayla yargılama sürecine başlanmış,13 Eylül’de Mösyö Demons ve Hasan Kaptan mahkemece toplanmış olan bilirkişi komisyonu huzurunda izahatta bulunmuşlardır. Bu arada Ağır Ceza Mahkemesi 12 Eylül’de geç vakit yaptığı müracaatı üzerine Kaptan Demons’un 6.000 lira nakdi kefalet karşılığında tahliyesine karar vermiş ve 13 Eylül’de akşam saat 19’da Mösyö Jean Demons tahliye edilmiştir.
İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde 15 Eylül 1926 günü yapılan yargılama neticesi Fransız kaptan Jean Demons, 2 ay 10 gün ağır hapis ve 23 lira para cezasına, Bozkurt gemisi süvarisi Hasan Kaptan 4 ay ağır hapis ve 23 lira para cezasına “dikkatsizlik ve tedbirsizlik neticesi ölüme neden olmaktan” mahkûm olmuştur. Fransız Kaptan Demons’un avukatı son savunmasında Türk Mahkemelerinin yargılamada yetkisiz olduğuna ilişkin iddiasını tekrarlamıştır. Ağır Ceza Mahkemesi sanıkların mahkûmiyetine ilişkin karar ile birlikte tutuklu bulunan diğer sanık Hasan Kaptan’ın kefalet karşılığı tahliyesine karar verir. Hasan Kaptan kefaleti yatırır ve serbest bırakılır. Yargılama neticelenmesine karşın hangi mahkemenin yetkili olacağına ilişkin iki devlet arasında bu konuda karşılıklı görüşmeler yapılır. Tarafların aralarında yaptıkları görüşmeler sonucu her iki devlet 12 Ekim 1926 günü Cenevre’de hakemlik sözleşmesi Lahey Adalet Divanına götürmeye karar verirler.
Olayın Lahey Adalet Divanı önüne götürülmesi fikrini Atatürk ve İnönü’de desteklemektedirler. Mahmut Esat, Atatürk ve İnönü ile yaptığı toplantıda kendilerine hitaben: “Paşam, La Haye Adalet Divanına gidelim. Kimin haklı olduğu orada ortaya çıksın. Ben hakkımızdan eminim. Müsaade ederseniz davamızı ben müdafaa edeyim. Kaybedersem memlekete bir daha dönmem. Fakat kazanacağız. Hem Adalet Divanı önüne gitmeden Fransızların dediğini yapacak olursak Fransız devletinin tehditleri karşısında boyun eğmiş olacağız. Bu da onlara diğer meselelerde aynı tehditleri öne sürmek cesaretini verecektir. Halbuki La Haye Divanına gidersek davayı kaybetsek dahi şeref ve haysiyetimiz zedelenmez. Zira milletlerarası bir mahkemenin hükmüne uymak şerefsizlik değil bilakis büyük şereftir.” Bu sözler üzerine Atatürk, Mahmut Esat’a hitaben, “Güle güle git. Kazanacaksın. Kazanmasan da memleket seni bağrına basacaktır” der. Lahey Uluslararası Adalet Divanında Türkiye’nin avukatlığını Adliye Vekili Mahmut Esat Bey yapar. Fransa’nın avukatlığını ise dönemin ünlü devletlerarası hukuk profesörlerinden Fransa Hariciye Vekaleti Hukuk Müşaviri Mösyö Basdevant yapmıştır. Yargılama sırasında Türkiye hükümetinin Ankara’dan Profesör Cemil Bey ve Veli Beyler’i, Mahmut Esat Bey’e yardımcı olarak görevlendirdiği belirtilir.
Yargılamaya Lahey Sulh Sarayı’nda 2 Ağustos 1927 günü saat 10.00’da başlanır. Mahkeme Başkanlığını Mösyö Huber yapar. Mahkeme heyetinde Mösyö Loder, Mösyö Weiss, Lord Finlay, Mösyö Nyholm, Mösyö Moore, Mösyö De Bustamante, Mösyö Altamira, Mösyö Oda, Mösyö Anzilotti, Mösyö Pessoa, Feyzi Daim Bey (Millî Hâkim), Mösyö Hammarskjold (Divan Kâtibi) olarak bulunurlar. Mahkeme alfabetik sıralamaya göre ilk sözü Fransız Hükümeti adına yargılamaya katılan Mösyö Besdevant’a verir. Mösyö Besdevant, Bozkurt – Lotus gemilerinin çarpışmasından tam bir yıl sonra 2 Ağustos 1927 günü sözlü savunmasına nazik bir girişle başlar. Mösyö Besdevant öğleden sonra saat 15.30 da ve 3 Ağustos günü devam eden yargılamada Fransız Hükümetinin görüşlerini aktarmaya devam eder. 6 Ağustos 1927 günü saat 10 itibariyle o günkü duruşmaya başlanır. Mahmut Esat konuşmasına mahkeme heyetini nazik bir selamlama ile başlar ve savunmasında Arjantin, Avusturya, Belçika, Brezilya, Çin, Yunanistan, Guatemala, Macaristan, İtalya, Japonya, Meksika, Norveç, İsveç, İsviçre, Venezuela, Rusya, Lehistan, Zürih ve Freiburg ceza yasalarına göndermelerde bulunur. Bu ülkelerden Japonya, İtalya, İsviçre ceza yasalarından alıntılar yapar. Saat on ikiyi yirmi gece mahkeme heyetine rahatsızlandığını, savunmasına Pazartesi günü devam etmek istediğini belirtir. Mahkeme heyeti yargılamayı 8 Ağustos 1927 Pazartesi gününe erteler. 8 Ağustos günü Mahmut Esat’ın savunmasını tamamlamasından sonra, 9 Ağustos günü Mösyö Besdevant, 10 Ağustos günü yeniden Mahmut Esat mahkemeye ek savunmalarını sunarlar. Taraflarca Lahey Adalet Divanından iki hususun çözüme bağlanması istenmektedir.
1. Türk Hükümeti Mösyö Demons hakkında suç kovuşturması yapmakla 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması’nın ikamet ve adli yetkiye ilişkin 15. maddesine aykırı hareket etmiş midir? 2. Türk Hükümeti uluslararası hukuk kurallarını zedelemişse ne gibi bir tazmin yükümlülüğünün altındadır? Adliye Vekili Mahmut Esat Bey, öncelikle “Türkiye, Kaptan Demons’u tutuklayarak devletlerarası hukuka aykırı hareket etmiş midir?” tezi üzerinde durarak, yargılamada ispat külfetini Fransızlara yükler. (Mahmut Esat Bey bu dava ile bizzat ilgilenmiş, o dönem için ulaşılması çok zor olan uluslararası hukuk kitaplarını ülkeye getirterek tercüme edilmesini sağlamış ve tahkimname (compromis) metnine Fransızlarca eklenen “Türkiye, ikinci kaptan Demons’u tevkif etmekle milletlerarası hukuka uygun hareket etmiş midir?” sorusunun “Türkiye, ikinci kaptan Demons’u tevkif etmekle milletlerarası hukuka aykırı hareket etmiş midir?” şeklinde değiştirilmesini sağlayarak kıvrak zekâsı ile ispat yükünü Fransızlara yüklemiştir.)
Yargılama aşamasında devletler hukuku uzmanı hukukçular Lahey Adalet Divanı’na davaya ilişkin görüşlerini sunarlar. Uluslararası Lahey Adalet Divanı Başkanı Max Huber tarafları dikkat ve titizlikle dinler. Yargılamanın neticelenmesinden çok sonraları yargılamaya ilişkin düşüncesi sorulduğunda, davaya ilişkin yorum yapmayıp, sadece Türk Hükümeti’nin avukatı Mahmut Esat Bey’in Fransız diline olan hâkimiyetine ve konuşmasındaki akıcılığa olan hayranlığını dile getirmiştir. Yargılama 7 Eylül 1927 günü mahkemenin çoğunluk kararı ile Türkiye lehine neticelenir. Lahey Uluslararası Adalet Divanı, Türkiye’nin uluslararası hukuka, Lozan Barış Konferansı’nın 28 ve İkamet ve Adli Yetki Sözleşmesi’nin 15. maddelerine aykırı hareket etmediğini belirterek özetle: “Türkiye’nin Türk kaptan ile Fransız kaptan hakkında ceza kovuşturması yapması, Lozan Antlaşması’nın 28. maddesi ve 24 Temmuz 1923 tarihli İkamet ve Adli Yetki Sözleşmesi’nin l5. Maddelerine dayandığı uluslararası hukuk ilkesine aykırı değildir” kararını açıklar.
Ortada hukuka aykırı bir işlem bulunmadığına göre Fransız Hükümetinin ileri sürdüğü, Türk Hükümetinin Fransız kaptan Demons lehine tazmin hususunda bir karar verilmesine gerek bulunmamaktadır” gerekçesi ile karar verir. Karar o güne kadar Lahey Adalet Divanında pek rastlanmamış biçimde mahkeme heyetinin bir oy farkla çoğunluk kararı ile alınır. Mahkeme üyelerinin karar sayıları eşit çıkmış, başkanın oyunun iki oy sayılması ile karar Türkiye lehine neticelenmiştir. Mahkemenin verdiği karara Mösyö Loder, Mösyö Weiss, Lord Finlay, Mösyö Nyholm, Mösyö Altamira’nın katılmadıkları gerekçeli kararda belirtilir. Mösyö Moore gerekçeli karardaki Türk Ceza Yasası’nın 6. maddesine ilişkin karara katılmadığını ayrıca belirtir.
BOZKURT SOYADINI KAZANDI
Olay kamuoyunda büyük heyecanla karşılanır. 9 Eylül 1927 tarihinde yayınlanan Akşam ve Cumhuriyet gazeteleri davayı başyazılarına taşımıştır. Akşam gazetesi yazarlarından Necmettin Sadık; “Türkiye’nin uluslararası hukuk kurullarına uyarken aynı zamanda istiklâl ve hâkimiyetinden hiçbir devlet için ödün veremeyeceğini söylemiş, Batılı devletlerin hâlâ kapitülasyon uygulamalarının geçerli olduğu yanılgısına düştüklerini belirtmiştir.” diye yazar. Cumhuriyet Gazetesi’nde başyazıda Cemal Hüsnü de yayınlanan yazısında “verilen bu kararla Türk Adliyesi’nin diğer çağdaş adliyelerden hiçbir farkının kalmadığını” belirtmiştir. Genç Cumhuriyet’in ilk yıllarında Fransa’ya karşı davanın kazanılması tüm yurtta heyecan ve sevinç uyandırır. Atatürk, Mahmut Esat Bey’e tüm hizmetlerinin karşılığı olarak “Ateş Eden Adam” soyadını vermek ister. Mahmut Esat, Atatürk’ten af dileyerek Bozkurt – Lotus davasındaki Türk gemisi Bozkurt ismini soyadı olarak almak istediğini belirtir ve kazandığı üstün başarı nedeniyle Mahmut Esat Bey’e “Bozkurt” soyadı verilir.
Sonuç olarak, Türkiye’nin özgürlük, egemenlik ve bağımsızlığı açılarından büyük önem verdiği ve ilk uluslararası hukuk başarısı olan Bozkurt-Lotus davası, Türkiye’nin yanı sıra uluslararası hukuk ile sorunları olan bütün devletleri de yakından ilgilendirmektedir. Lahey’de elde edilen bu başarılı sonuç, aynı zamanda İsviçre’den doktoralı yetkin bir hukukçu olan, Kuşadalı, genç ve çalışkan Adliye Vekili Mahmut Esat Bey’in yoğun gayret ve çabalarının sonucunda gelen büyük bir zafer olarak onun başarı hanesine yazılmalıdır. Türk hukuk devriminin öncülerinden biri olan Mahmut Esat Bey, üstelik de Türk hukuk devriminin en yoğun olarak yaşandığı 1926-1927 yıllarında bir yandan da bu davaya büyük emek, enerji ve zaman harcamak zorunda kalmıştır. Onu, bu büyük ve önemli zafere iten güç ise Türk devriminin her aşamasında ve her alanında olduğu gibi her zaman işin ehliyle çalışmayı tercih eden, her işi liyakat ve ehliyet sahibi olanlara vermeyi iyi bilen Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’tür. Nitekim Mahmut Esat Bey’e bu davayı kazanması talimatını veren ve onu bu davada cesaretlendiren Atatürk, soyadı kanunundan sonra bu davadaki başarısından dolayı Mahmut Esat Bey’e “Bozkurt” soyadını uygun görecektir. Ayrıca Lozan’da gösterdiği kararlılıkla kabul ettirdiği adli hükümlerle Mahmut Esat Bey’in yolunu açan dönemin Başbakanı İsmet İnönü de davanın her aşamasında Adliye Vekili’ne desteğini esirgememiştir. Türkiye Cumhuriyeti’ne büyük onur ve saygınlık kazandıran Bozkurt-Lotus davasındaki başarısından dolayı Adliye Vekili Mahmut Esat Bozkurt ile onun arkasında kale gibi sağlam duran devlet adamları Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk ve Başbakan İsmet İnönü’yü ve bu toprağı yurt, üzerindeki insanları ulus, bu yurdu ulusu ile birlikte vatan ve bu vatanı canı pahasına hür, bağımsız ve onurlu bir devlet yapanları sevgi, saygı ve minnetle anıyorum.
KAYNAKÇA:
Çelik, Giray, Adil; “Sokrates’ten Sivas’a TARİHİN YARGILADIĞI DAVALAR”, Şubat 2020, s.187-202.
Ersaydı, Alper; “Bozkurt-Lotus Davası ve Genç Türkiye’nin Hukuksal Yetkinliği”, Tarih Okulu, Ocak-Nisan 2010, S: VI, s. 33-43.
Karakuş, H. Burak, “Genç Cumhuriyetin ilk Hukuk Zaferi BOZKURT-LOTUS DAVASI”, Hukuk Gündemi, Atatürk Özel Sayısı, 2013, s.48-51.
Kişi, Sevinç, Şule, “ÇAKA BEY’DEN GÜNÜMÜZE KUŞADASI VE ÇEVRESİNDE TÜRK TARİHİ, BOZKURT-LOTUS DENİZ KAZASI, BOZKURT LOTUS DAVASI VE ADLİYE VEKİLİ MAHMUT ESAT (BOZKURT) BEY’İN ULUSLARARASI HUKUKTAKİ BÜYÜK ZAFER”, ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ YAYINLARI NO : 61 2018, s.240-289.
댓글